Türlerin Savaşı ve Merhamet

Doğada hayvanlar arasındaki var olma savaşları ve taktikleri tek tek hayvanların içinde bulunduğu gibi, o hayvanların türlerinde de genel olarak mevcuttur ve gelişir.
Kaplanın ceylanı yakalayıp parçalaması, karnını doyurması için gerekli olan ihtiyacının sonucudur. Avlanma içgüdüsünün evrensel tutumu insan tarafından gözlemlendiğinde, insandaki acıma ve merhamet duygusunun yükselmesini ve hissedilir biçimde insanı derinden etkileyebilmesini sağlayabilmektedir. O halde insan aklında oluşturulmuş ahlaksal kavramlarda bir yanlışlık olması veya çok rahat bir biçimde “vahşi” olarak nitelendirebileceğimiz “doğal” olayların iç ahlakımız tarafından oluşturulmuş duyguların kurucularıyla hiçbir ilişkisi olmaması gerekir. Eğer insan ahlakı, iç sızlamaları, vicdan ve birçok insansal etik, doğayı vahşi ve insanlık dışı bulmamızı sağlıyorsa, insan doğanın bir ürünü olduğunu kabul etmiyor demektir. Dinde ve genel ahlakta tanrısal yasalar olarak öğretilen, iç huzurumuzu sağlayan kavramların, bu kavramları ve insanları yaratan şeyle uyum sağlamaması, insan ahlakının kurucusunun insanın kendisinden ibaret olduğunun bilimsel ve metafiziksel ispatıdır. Ya da evrensel ahlak tanrı tarafından belirlenmiş ve insan ahlaksız bir doğanın içine bırakılmış ve şu an bir şekilde cezalandırılmaktadır. Birinci seçeneği takip edersek ahlak doğa dışıdır ve getirileri de öyle olmak zorundadır. İnsan böyle bir durumun farkına vardığında barındırdığı ahlaksal duyguların gerçekdışı veya doğa dışı olduğunu bilerek bu duyguların doğasına kendini bıraktığında başka birilerinin kurallarından oluşturulmuş emirsel bir hayatı yaşamaya razı olup olmamanın kararsızlığıyla baş başa kalacaktır. Aciz birini gördüğümüzde, bir vahşete tanık olduğumuzda veya dilenen biriyle karşılaştığımızda içimizde beliren merhamet duygusunun kaynağı, doğuştan sahip olduğumuz empati yeteneğinin, çocukluktan beri içgüdüleri değiştirilmiş bir insanlığa yönlendirilmiş olmasından kaynaklanır. Kendimizi devamlı gördüklerimizle kıyaslamamız, gelişme için evrimleşen taklit yeteneğimizin refleks halinde yaşamlarımızın bir parçası haline gelmesinden doğar. Merhamet duygusunun tohumları küçük yaşlarda toplumsal ahlakın ve dinin getirileri sayesinde içlerimize işlenir. Ahlak temellerinin atıldığı dönemlerden önce insan kabilelerinin kendi aralarında doğayı taklit ederek oluşturduğu ilk ayinler, tapınma şölenleri, ateş etrafında dans, sesleri taklit etme becerisi, ilk müzikler, korkuya tepki olarak ortaya çıkan inançlar ve ilk tiyatro denemeleri olarak varsayılan, cezalandırma öncesi ölüm taklitleri, insanlığın genel duygu oluşumunu geliştirmiştir. İnsan kendi türünde gördüğü doğa dışı davranışların tümünü, yavaş yavaş vahşi olarak nitelendirmeye başladığı doğadan kaçılabilecek tek yer olarak algılamıştır. Bedensel değişimin yavaşlamasına oranla duygusal değişim hızlanmıştır. Daha sonra sosyal yaşamın genişlemesi, toplumsal dinler ve kural gereklilikleri, bu tür duyguların şekillenmesine ve sebeplileşmesine olanak tanıyacak bir evrensel ahlakın var olduğu yanılsamasını yaşarlar. Böylece merhamet duygusu diğer birçok ahlaksal duygu gibi insanı hayvandan ayıran, onu özel kılan ve ahlakı kutsallaştıran bir öğe olarak tanımlanır.
Türlerin savaşındaki doğal durum bu şekliyle insanın bakış açısından incelendiğinde bundan sonra her zaman “merhametsizce” olarak nitelendirilecektir.
Hayvanı insanın alt kademesi haline getiren ve insanı merhameti sayesinde hayvandan üstün kıldığı düşünülen iç duygunun sebebi budur. İnsan zayıflığından ve korkaklığından dolayı doğaya defalarca yenik düşmüş ve sonunda bu yenilgisini şanlı bir zafere dönüştürmeyi başarmıştır. Bu zafer insanı tanrısallaştırmış ve doğanın hâkimi haline getirmiştir. Hâkimiyet duygusunun verdiği güç, istenci ateşlemiş ve onun türünün her zaman daha fazlasını istemesini sağlamıştır. Şimdi ise böyle büyük bir güç, kendi sebeplerini ve sonuçlarını kavramakta güçlük çekecek kadar fazla kural uydurduğunun farkına varamayacak durumdadır. Hayvan doğal biçimde kendini var etme ve soyunun devamını sürdürme konusunda gelişimini sağlarken, insan doğadan koptukça gelişiminde belirgin bir sapmaya uğramış ve kendi türünü, hiyerarşik bir düzenin böceksi köleleri haline getirmiştir. İnsan kendi türünden başka birine emir veren ve kendi türünden başka birine itaat eden tek canlı türü olarak hayvandan ayrılır. Bu özellik doğal olmadığı gibi, aslında hiçbir din tarafından kutsal da sayılmamalıdır. İnsanlığın acizliğinin en büyük göstergesi budur ve bu tür bir acizliğe hiçbir tanrı merhamet göstermeyecektir.

Yorumlar